DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Giriş Tarihi : 26-04-2022 01:49

aramızda kalsın 2

Aramızda kalsın

 
Aramızda kalsın./ Turgay Urgur

Sen: Bu işler nasıl düzelir?

Ben: Herkes kendi işini yapacak. İşini yaparken yaptığı işi çerçeveletme hevesinden arınacak.

Sen: Nasıl yani biraz açar mısın? 

Ben: Şimdilerde neredeyse her yerde popüler siyaset sevdası aldı başını gidiyor. Bunun bir de alt dalları var. Fotoğraf siyaseti, konuşma siyaseti, önde gitme siyaseti gibi kollara ayrılıyor. Hani eskiden tarih kitaplarından, fotoğraflardan kalma -zihnimizde oluşan padişah ve sultan kareleri vardır yaa. İhtişamlı kıyafetleri, yanında muhafızları ve kuşanmış atıyla vd. İşte aynen bunun gibi bu gün bir değil binlerce padişah var. Rus Matruşka bebekleri gibi. Ankara’dan açılıyor ve siyasetin en son noktasına kadar ulaşıyor. Başkentten diğer illere, illerden ilçelere, ilçelerden köy ve kasabalara kadar. “Siyaset konuşanlar” liderlerinin sanal kopyaları gibi davranıyor. Bir çeşit ruhsal klonlanma  veya bayağı bir taklit süreci yaşıyoruz.  Protokollerdeki koltuk ve sandalye ayrımları bile bize has, bizim ürettiğimiz yapmacık işlerdendir. Gerçek Demokrasilerde halk ve lider farklı yerlere oturmaz, oturmamalıdır. Sıkıştığımız zaman sarıldığımız veya sözlerimize destek olarak kullandığımız kültürel ve İslami referanslarımızda da aslında bu tür hiyerarşik şovlar yoktur. Olması da zaten çöküşün başlangıcı olarak algılanır. Her binanın, yolun, köprünün açılışı olacak diye bir kural yoktur. Bu tür eylemler duygu israfıdır, mefkure yoksunluğudur. Ben bunu şu lider bu lider yapmıştır demiyorum. Yapılan yanlışsa onu birilerinin konuşması veya yazması gerekir. Vatandaşımıza tepeden bakan, öğüt veren veya ondan farklı görünen(görünmeye çalışan) siyasetçi tipi hiçbir zaman artılarla gelemez. Gerçek siyasetçi şekille değil sorunlarla uğraşır. Örneğin bir ilçeye çok sık aralıklarla Milletin Vekilleri geliyorsa ama o ilçedeki okul eksikliğini göremiyorsa veya bu eksikliği onlara birileri anlat(a)mıyorsa işte bu noktada bir sorun var demektir. Yanınızdaki başka bir ilçede yatırımlar daha hızlı ilerliyorsa ve burada merkeze(Ankara) yakınlık bir avantaj olarak kullanılıyorsa; siz her ne kadar “Bu işler bildiğiniz gibi değildir.” avuntusunda olsanız bile gören gözlerden bir şeyleri gizleyemezsiniz. 

Sen: Bu sözleriniz şimdiki yönetimlere eleştiri mahiyetinde mi? 

Ben: Ben eleştiri yapmam. Kişilerle işim olmaz. Tespitte bulunurum. Bakarsın dinlersin, vicdan ve düşünce mihengine vurursun. İsteğini kabul eder, istemediğini etmezsin. Eğer insanlar yukarıda saydıklarım için derse ki bunlar siyasetin birer parçası. Ben çok rahatlıkla onlara derim ki: ‘siz yaptığınız işlerde samimi değilsiniz ve insanları kullanıyorsunuz’. 

Sen: İlginç. Peki devam edelim… Söylediklerinizi nasıl temellendiriyorsunuz?  Yani bu sözlerinizin düşünce referansını ne oluşturuyor? 

Ben: Anlatması hem kolay ve basit hem de uzun.  İnsan davranışlarında kendisini serbest bırakırsa düşünce ve duygu fıtri olarak iyiliğe meyleder. İyiliği bilir ve zihninde onu beller. Belli eder, belirgin eder. İyiliği ve doğruyu seçer veya seçmez, o onun son tercihidir. Ama insan kendisi olup, kendisi gibi davranırsa her zaman beyninde iyi ve kötünün birer resmi olacaktır. Doğru ve yanlışı görecektir.  Ya da bir olay için onun kendisinin yaptığı bir doğru-yanlış skalası olacaktır.  


Sen: Nasıl yani? 

Ben: Öncelikle insan beynini ve ruhunu kiraya vermekten vazgeçecek. Kendisini, ailesini, çevresini ve ülkesini ilgilendiren durumlarla ilgili kendine has fikri olacak. “Başkaları ne der?” kaygısı yaşamayacak. Kendi düşüncesini sansürlemeyecek. Kendi düşüncesini başkalarının beğenisine uyarlama derdinde de olmayacak. Sonrası aslında basit. Çünkü biz toplum olarak işin teorisini gayet iyi biliyoruz ve hatta çok güzel de konuşuyoruz ama pratiğini epey bir deformasyona tabi tuttuk. “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol.” Geçenlerde Orhan Gencebay abim bu sözü başka bir boyuta taşıdı. Dedi ki! “Göründüğümüz gibi olamayabiliriz ama olduğumuz gibi görünebiliriz.” dedi. Bu ifade çok hoşuma gitmişti. Veya Peygamber Efendimizin(SAV)  ifadeleriyle “Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha, takva (Allah’tan korkma) dışında hiç bir üstünlüğü yoktur. İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittirler.” Peki sizce biz bu düşüncenin neresindeyiz?  Benim, senin, onun birbirinden farkı yoksa düşüncemizi paylaşırken eşit haklara sahip olmalıyız. “Kral Çıplak” diyen sadece bir çocuk olmamalıdır. Gerekirse herkes düşüncesini paylaşırken “kral çıplak” diyen çocuk olabilmelidir. Bedenimiz büyüse de yüreğimiz ve heyecanımız bir çocuğun cesaretini taşımalıdır. Özetle ben şu noktadayım; düşündüklerimizi konuşmalı, konuştuklarımızı yaşamalıyız. Hani cümlemin başında demiştim ya.. basit ama uzun diye. O da şu demek: “İnsan” ama kendi insanlığımızla kalabilmek en güzel referanstır.        

Sen: Orhan Gencebay’dan bahsettiniz. Serbest müzik çalışmalarını sever misiniz? 

Ben: Benimkisi sevmenin ötesinde bir tutku ve aşktır. O müziklerin ruhu vardır. 

Sen: Merak ettim biraz anlatır mısınız? 

Ben: Bir şarkının ve şiirin veya herhangi yazılı bir literatürün oluşması için üstünden yıllar geçmelidir. Yıllar onu eksiltemiyorsa, yıllar onu daha da değerli hala getiriyorsa o gerçek manada iyidir. Sanat dediğimiz şey de işte odur.  Plato Devlet'inde sanatçıları merkeze koymuştur. Yani en değerlisi onlardır. Sokrates düşüncenin ve sözün ustasıdır. O insanlar felsefe yapıyordu. Şimdi siz bir de o felsefe ile sesin birleştiğini düşünün. Bu son noktadır. Diyecesiniz ki! Bu neyin felsefesi. Bu hayat felsefesinin ta kendisidir ve insanlar kendilerini bu felsefede bulurlar. Harran' da pamuk tarlasında çalışan bir kız İbrahim Talıses'i bundan dolayı dinler. Sanayide tornacı çocuk kendisini Müslüm Baba ile anlatır. İstanbul'da dolmuşcu Orhan Gencebay'ı dinleyerek iş yapar. Zahide'yi Müslüm Baba'dan dinleyen birisi başka bir Türkücüyü dinleyemez. 

Sen: Peki ya Türkiye’de muhalefet?


Ben: Solun ve Milliyetçi partinin ne yazık ki sadece tabelası kaldı. Ama korkmasınlar tabela inmez. Çünkü öyle kalması isteniyor. Her ikisi de sınıfın tembel öğrencisi gibidir. Sene boyunca çalışmıyorlar ama sene sonunda kanaat notu ve velisinin isteğiyle sınıf geçiyorlar. Yani, ABD ve AB bu tarz bir siyaseti bizim için hep isterler. Bilmem dikkat ettiniz mi? Sol ve Milliyetçi parti hiçbir zaman onlardan bir uyarı veya değişmelerini sağlayacak fikir-eleştiri almazlar. Onlar için bulunmaz kaftandırlar. Türkiye’de her ikisinin de fikri yetersizliği tavuk-yumurta paradoksundan bile ötedir. İktidarın bu kadar tavırları muhalefet boşluğundandır. Düşünsenize yıllardır muhalefette kalacaksın ve ne iktidar hayalin olacak(olabilecek) ne de kendini geliştirebileceksin. Başlangıç şöyleydi: sağ kesimi tabuculukla itham ettiler, küçümsediler ama kendileri en başından beri tabuperesttiler. Tabi bu tabuperestlik onların elini kolunu bağlıyor. Daha hala ideolojik reflekslerle hareket ediyorlar. Yenilgiler onlara hiçbir şey öğretmedi. Garip bir durum. Aynı zamanda komik ve basit. Başka bir konu da ‘tanım’ meselesi. 

Sen: Nasıl yani? 

Ben: Anlatacağım, biraz sabır. Her ikisi de kendisini henüz tanımlayamadı. Örneğin halkçı olacaksın ama halka rağmen iş yapacaksın. Hizmet veremeyeceksin, hizmet verme düşüncesinde olamayacaksın. Halkının hassasiyetlerini bil(E)meyeceksin. “Bir çivi bile çakmadılar.” İfadesi sol için ağır ama gerçektir. Şimdi bilgiye ulaşmak basit, bilgiden bol bir şey yok. “Demir ağların %de kaçını kim ördü?” herkes biliyor. Yolu, hastaneyi, köprüyü kim yaptı ortada duruyor. Muhalefet her yapılana karşı durmak demek değildir. Milliyetçi parti için çok bir şey söylemeye gerek yok. Bence büyük bir kayıp çünkü yeni Türkiye’nin partisi olmaya namzetti fakat Milletin beklentileriyle ters düşmek insana sadece kaybettirir. Eğer başarılı olmak istiyorlarsa; sağın doğru yaptıklarına destek vermeliydiler. Yanlışları konusunda da Milletin karşısına orijinal fikirlerle çıkmalıydılar. Bunu yapmak için bol bol zamanları da vardı. Her ikisi de ülkenin sorunlarından uzak yaşıyorlar. Ama onlara da hak veriyorum. İşleri zor(!). Durmadan fikir üretecek, fikrini bilimselleştirecek ve kendini geliştireceksin. Kendi seçmeni bir partiye inanmıyorsa bunun daha ötesi olabilir mi? Bu gün eğitim alanında, ekonomi, dış politika alanında işler çok da iyi sayılmaz. İktidarın hataları olabilecektir. Vatandaş ister ki taraftar olduğu parti bu sorunları görsün ve çözümlerini net(basit-anlaşılır) şekilde anlatsın. Rakibinizi yenmek için ona karşı söz söylemeniz-laf yetiştirmeniz yetmez, halkın eksik gördüklerine tercüman olmalısınız ve sizin kendi planlarınız olmalıdır. Size can alıcı bir noktadan bahsedeyim; ustalık döneminde sağ seçmenden bir kesimin şeffaf bir ülke yönetimi beklentisi vardı. Bu gerçekleşmedi. Lakin bunu yükümlülüğü olmayan muhalefet bile göremedi. Demek istediğim şu: önce parti içi demokrasi ve samimiyettir sonrasında başarı kendiliğinden gelecektir. Burada demokrasinin altını çiziyorum. Herkesi kucaklayan, her düşünceye saygılı bir yönetimden bahsediyorum. Sağ seçmende zaman zaman arayışlara girer. Ama hiçbir zaman kendi yaşam şekliyle çatışan bir partiyi tercih etmeyecektir.  

Sen: Kendi doğrularınızı böyle söylemek etrafınızda nasıl bir etki yapıyor?

Ben: Düşman kazanıyorsun. Benim kendi tanımımdır. Seni olduğunun gibi kabullenen arkadaşına 'dost' denir. Bu zamanda bir dost insana yeterde artar. Bir insan iki tane dostum var diyorsa o kişi Cennete yaşıyordur. İk dost lükstür. Eğer insan üç tane dostum var diyorsa o kişi hakkında şüphe duyarım. 



          
(devam edecek)
Turgay Urgur 
NELER SÖYLENDİ?
@
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA